Azize

Kırık Bir Aşk Hikayesi

Bu konu Azize tarafından 3 yıl önce açıldı ve Henüz Cevap Yok.
Azize
Azize
ADMINISTRATOR
Üyelik Zamanı: 3 yıl önce
Konu Sayısı: 8698
Yanıt Sayısı: 0
20 Mayıs 2021, 11:31

Kırık Bir Aşk Hikayesi

Kara Gözlü
KIRIK BİR AŞK HİKAYESİ

Burası gecelerin sıcak gündüzleri nemli geçen bir diyar. Karanlık pek kısadır. Şeker pancarı, mısır, ve çilek ve biber kendine özgü bir şekilde yetiştirilir, kendine özgü hayvanlarla, atlarla, ineklerle. Suyu bol yeşili gürdür. Mahsul her yaz iki sene yetecek kadardır. İnsanlar bu yüzden farklı uğraşlar edinmişlerdir kendilerine.

Şehirde hayat bambaşka. Yabancılar neredeyse yerliler kadar kalabalık. Ben de onlardan biriyim. Hem onlardanım, hem de değilim. Giriverdim mi içlerine yerlilerden bir farkım yok gibi. Ama onları gözlemleyebilen ya da onların dışlarında ama içlerine çok yakın olan ben. Kendim bile bazen hangi taraftan olduğumu kestiremiyorum. Buna rağmen gözlem gücümden pek bir şey kaybetmiş değilim. Tarafsız ve tanıma arzusuyla baktığım zaman onların şehirli bile olsalar nice güzel yanlarını görebiliyorum. Kendi içinde hiçbir anlama gelmeyen şu uğultu mesela, insanların hiçbiri buna kulak kesilmiyor. Ben ise bu sesleri bir müzik gibi dinleyerek ve reklam panolarını seyrederek gidiyorum nereye olursa. Yağmur yağarsa şemsiyemi bağlıyorum evde bir yerlere ve öylece giriyorum sokaklara, dışarıya, seyrediyorum ve bu da bana güven veriyor, sağa sola hızlı-hızlı giden kadınlar renkli şemsiyelerin altlarında zaten boyalı yüzleri güneş vurdukça kırmızı, sarı, turuncu, yeşil, mor oluyor. Ama bunu sadece ben fark ediyorum. Özellikle yağmur yağarken, sadece bu ana mahsus duygular kaplıyor her defasında içimi. Sanki, diyorum yalnızım bu koskoca şehirde. Islak kaldırımlarda öyle bir yürüyüşüm var ki… Beni çok uzaktan bile ayırt edebilirler. Niçin bir an bile durmuyor bunca insan bir kişi bir saniye olsun duraksamıyor? Bu uğultu sesi sanki yerin dibinden geliyor gibi ve yağmur damlaları iri ama sert değil gibi.

Her gördüğüm insanı durdurup birkaç kelime dahi olsa konuşmak istiyorum. Ya da birinin biryerlerde beklemesi gerekse de onunla laflasam, ya da biri tramvayda yaşlılardan birine yer vermese de ihtiyarlar dertleşirlerken ben de muhabbete katılıp gitsem, hatta hiç olmazsa birisi saati sorsa da konuşsam şu akıcı,işçi ve gürültülü kalabalıkla. Her karşıdan gelenin yüzüne doğru bakıyorum, o ise ya yere ya tam ileri ya da biraz havaya doğru bakıyor. Hani diyorum içimden, gözünün ucuyla bana doğru baksa da gözümle muhabbete dalsa o kısacık anda.

Bugün çok dolaştım, hep yürüdüm, yağmur da hiç dinmedi. Bu böyle olmayacak. Bugün tanımadığım hiçkimseyle konuşmadım. Hatta dondurmacı kızın gülümsemesini saymazsan kimseyle muhatap olmadım. Metrodaki kapılar kapanırken “lütfen dikkatli olun” ikazının muhatabı bile olmadım. Yağmurdan bir damla bile kaçırmadım.

2.

Gözümden bir damla yaş bile akmadan bu olanları izleyemezdim. Koca bir yalan için bütün ömrümü göz göre-göre geçiremezdim. Burada hiçkimse akşam mesaisinden evine geç gelen bir babayı yemek hazır beklemiyordu. Erken kalkan çocuklar hiçbir bayram telaşı taşıyıp yeni ayakkabılarını giymiyordu. Evet, kimse banka soymuyordu ama hiç kimse de cahil ya da hız meraklısı da değildi, asker kaçağı bile yok burada. Belki de bunlar sorun değildi, hepsi benim birer uydurmamdı. Ama yine de geldiğimden beri sokakta bir kavga bile görmemek benim doğduğum topraklardan çok uzakta olduğumu bilmeme yeterdi. Yeter ki insanlar yüzüme gülmeye görsünler, bu benim, onların samimi olduklarına inanmama yetiyordu. Peki o zaman neden bütün otobüsler tam zamanında geliyor? Bunu hiç bilemezdim. Belki bu da bir göz yanılmasıydı. Hiçkimse karısına aklında küçük bir şüphe olmadan “sen benimsin” diyemiyordu. Bunu şehrin her yerinde rahatça görmek mümkündü… Ama şu da pek mümkündü ki, hiç kimse, onlar bile kendileri hakkında benim onları düşündüğüm kadar düşünmüyordu. Yağmur altında gezmeyi belki de bu yüzden severdim. Ne kadar yakışıklı olursanız olun, dondurmacı kız sizi beğensin, size gülücükler atsın isterse bu ondan hiçbir zaman ödünç dondurma alabileceğinizi göstermezdi ve göstermeyecekti. Bu bazen bana normal gibi gelirdi. O zaman hep şöyle düşünmüşümdür; ya o iyi bir satıcı ya da o büyük yalan; içi irinle dolu koca bir yara gibi duran o yalan, bana da bulaştı.

Yağmur yağarkenki ağlayışlarımı her zaman özlemişimdir, bunu artık yapmadığım için değil her defasında değişik bir haz aldığım için özlüyorum. Çünkü yağmur yağarken insanlar sizin ağladığınızı fark etmez, eğer sesli ağlıyorsanız, bu da sorun değil. Milyonlarca yağmur tanesi gibi sizin göz yaşlarınız da birer tanedirler ve ağlamanız bu damlaların yerde parçalanış sesleriyle duyulmaz. Sizi yaşlı bir devrimci merdivenlerden inerken yüzünüzü net bir açıyla görmedikçe hiçbir kimse bunu inanın fark edemez.

Acaba, ben de hiçkimseye kim olduğumu söylemeyecek miyim? İçinde bulunduğum günler böyle geçmek zorunda mı? Ben hâlâ birinin beyaz atlı prensi olabilirim. Aklı sıra bana gücünü gösterecek olan bu amansız rüzgar bile engelleyemez bu ağlayışımı(diz üstü çöküşlerimi, yatarken birşeyler mırıldanışlarımı). Ben aşkları severim, aşık olmayı da. Siz hiç aşık olunmuş birisinin olunmamışla arasındaki farkları görebildiniz mi? Ben uzaktan bile seçebiliyorum. Gözleri bir başka parlar, kalbi bir başka çarpar artık. Eskisi gibi kurnaz olamaz belki ama verdiği kararlarda hep sabittir. İleri görüşlüdür aşık. İstediğini seçmemiş olabilir, ama seçtiğini doyasıya isteyeceği gün gibi açıktır.

Benim de aşklarım oldu. Ben de gözü karaydım birzamanlar. Gurbette aşk! Uluslararası bir antlaşma gibi. Sahil boyu uzanan ağaçlara kafa tutmak gibi, uzakta olduğunu zannettiğin şeylerin çok yakınında olması gibi. Sıcak havalarda bile nefesinin buhar olabilmesi gibi bir şeydir. Blues dinlerken savaş yapmak gibidir aşk. Bir çobanı bile şair yapandır. Aşık eğer ayrı düşmüş bir aşık ise soru sorulmaz/sorulamaz ona. Nedenini niçinini kendi de bilmemelidir. Unutmam, bir eylül sonuydu ve ben onu uzun zamandır görememişken artık iyice kendini hissettiren bir susuzlukla kalmıştım. Her şey eskisi gibi zannederken yanılma payım hiç hesapta yok gibiydi. Vatandan yeni dönmüştüm. Bir hasreti bastırmanın rahatlığını üzerimde hissedemezdim, çünkü, ben hasret duymaya alışmış olmalıydım. Gurbetteyken vatanı, vatandayken aşkımı… Bir yandan dertlendiğimde “yar ille de yar” diğerinden sıkıldığımda “vatan ille de vatan” klasikleşmişti. Kim bilebilirdi ben yokken her şeyin değişeceğini ve yarin benden sıkıldığını? Aklım başımda olsaydı artık her şeyin bittiğini fark edebilirdim, ama öyle olmadı. Kendimi bir insanlık abidesi gibi hissetmek çok ama çok boştu. Vazgeçmenin bu kadar zor olduğu başka bir zaman, başka bir durum hatırlamıyorum.

Artık uzun yıllar sonra, o zamanlar söyleyemediğim içimde biryerlerde yapışıp kalan ve bana bunca acıyı çektirdiği halde bir türlü söyleyemediğim her şeyi söyleyebilirim. Artık her şeyin bittiğinin farkındayım çünkü. Çünkü her şeyin bir gün bitebileceğini daha yeni-yeni anlar gibi oluyorum.
[RIGHT][EMAIL="harunbalkan@hotmail.com"]Harun BALKAN[/EMAIL][/RIGHT]

Konuya Bir Cevap Yazın

  • 14 Kayıtlı Üye
  • 66282 Konu
  • 160 Cevap
  • Son Üye: aile