admin

Rıza Tevfik Bölükbaşı

Bu konu admin tarafından 3 yıl önce açıldı ve Henüz Cevap Yok.
admin
admin
ADMINISTRATOR
Üyelik Zamanı: 3 yıl önce
Konu Sayısı: 12501
Yanıt Sayısı: 0
22 Mayıs 2021, 1:48

Rıza Tevfik Bölükbaşı

GENCO
RIZA TEVFİK BÖLÜKBAŞI
Rıza Tevfik Bölükbaşı (7 Ocak 1869-Edirne/30 Aralık 1949 İstanbul)
Rıza Tevfik -o zaman- Edirne’ye bağlı Cisr-i Mus-tafapaşa kasabasında doğdu. Babası, Hoca Mehmed Efendi, annesi Kafkasya’dan kaçırılarak İstanbul’a getirilmiş bir Çerkez kızı olan Münire Hanım’dır.

ilk tahsiline dört buçuk yaşında iken doğduğu kasabada başlar. Kaymakamlık görevinden istifa ederek İstanbul’a gelen babasının Türkçe derslerini verdiği Sion Mektebi’nde tahsiline devam eder. Burada Fransızca Ibranice’yi öğrenir. Sonra Beylerbeyi ve Dayutpaşa Rüştiyelerine devam ederse de babasının izmit Savcı yardımcılığına tayin edilmesi üzerine tahsili yarım kalır.

İzmit’te ailece sıtma hastalığına yakalanırlar; yedi ay sonra annesi bu hastalıktan ölür. İstanbul’a geri dönerler Babası, Nergis Eda isimli bir hanımla evlenir. İzmit’den dönüşlerinden kısa bir süre sonra babasının aynı görevle Gelibolu’ya tayini çıkar (1882).

Rıza Tevfik, Gelibolu’da Rüşdiye’ye devam eder; buradan birincilikle mezun olur. Gelibolu günleri onun için unutulmaz hâtıralarla doludur. Şiirle ilgisi o günlerde başlar. O yılları anlatırken: "Ben o zaman on beş yaşımı ikmâl etmiştim. En güzel ve tamamiyle hür ve hemen her veçhile bahtiyar geçen devr-i tufuliyetimi, o dilber ve mefâhir-i tarihiye ile, an’anât-ı zaferle dolu memlekette geçirdim ve bu yaşımda tabiatın her türlü cilve-i hüsnüne meftun bir çocuktum. Bende biraz mizac-ı şairane varsa muhitin eser-i feyzidir. Bu yaşımda şiir zevkinden hisse almağa başlamıştım. Tabiatle de pek samimi bir münasebetim vardı." (Son Asır Türk Şâirleri, s. 1488) .

1866 yılında Gelibolu’dan İstanbul’a gelerek Galatasaray Sultanîsi’ne parasız yatılı olarak kayıt olur. Haylazlığı yüzünden iki sene üstüste sınıfta kalınca yeniden Gelibolu’ya döner. Bir yıl sonra babası, Rıza Tevfik’i, İstanbul’a getirerek Mülkiye Mektebi’ne kaydettirir (1887). Bu okuldaki günleri, kendi ifadesiyle pek parlak devri olmuştur. O sıralarda okulun öğretim kadrosunda seçkin kişilerin olması Rıza Tevfik’in edebiyata olan ilgisini artırır. 1890 yılında bir jurnal neticesinde hocalarının büyük bir kısmı görevden uzaklaştırılınca öğrenciler isyan eder. Bu olay üzerine, harekete katılan Rıza Tevfik de bazı arkadaşlarıyla birlikte okuldan atılır. Aynı yıl babası vefat eder. Bunun üzerine Mülkî Tıbbiye’nin imtihanlarına girer ve kazanır. Siyasî olaylara karıştığı ve bir dahiliye subayına karşı geldiği için yeniden okuldan atılma durumuna düşer. Tophane Müşiri Zeki Paşa’nın aracılığıyla affedilir. Bir müddet sonra, öğrencilere konferans vermesi jurnal edilir ve hapse atılır. Bu sefer Zaptiye Nazırı Nazım Paşa’nın yardımıyla kurtulur. Ancak, kendisini jurnal ettiğine inandığı bir Ermeni kitapçıyı dövünce tekrar hapishaneye düşer. Burada da rahat durmayıp mahkûmları isyana teşvik eder. Bilâhare, başka yere nakledileceği söylenerek serbest bırakılır.

Rıza Tevfik, yine Zeki Paşa’nın yardımıyla Tıbbiye’ye kabul edilir. Bu arada akrabaları, hayatının düzene girmesi için onu, Darülmuallimat müdiresi Ayşe Sıdıka Hanım’la evlendirirler. Mülkî Tıbbiye’yi ancak 1899’da bitirir. Fakat adının bir çok olaya karışması yüzünden diploması verilmediği gibi, istanbul dışına çıkması da yasaklanır. Bir süre görev alamayan Rıza Tevfik, Cenab Şehabeddin’in tavsiyesi üzerine Karantina İdaresi’nde doktor olarak göreve başlar. Hacca giden bir vapurla yurt dışına kaçmak isterse de haber alınır ve Çanakkale’den geri dönmek zorunda kalır. Bunun üzerine Istanbul Gümrüğündeki Ecza-yı Tıbbiye ye mufettiş olarak tayin edilir. Ayrıca Mülkî Tıbbiye Cemiyeti ne üye olur. Buralardaki görevi 1908 yılına kadar devam eder.

Rıza Tevfik, 1907 yılında Manyasîzâde Refik Bev’in ısrar ve aracılığıyla zaman gizli faaliyet gösteren Ittihad ve Terakki Cemiyeti’ne girmiştir. 11. Meşrutiyet’in ilân edildiği (1908) sıralarda Istanbul halkına yaptığı Meşrutiyefi övücü mahiyetteki konuşmalarıyla dikkatleri üzerine çeker Aynı, yıl, Edirne’den milletvekili seçilerek Millet Meclısi’ne girer.

İttihad veTerakkî Partisi’nin izlediği politikayı beğenmeyerek onlara karşı muhalefete başlar. Parti içindeki diğer muhaliflerin 1912 de Hürriyet ve İtilaf Fırkası’m kurması üzerine onlara dahil olur. Siyasî faaliyetlerine devam eden Rıza Tevfik, aynı yıl içinde yaptığı bir konuşmadan ötürü bir ay hapis yatmak zorunda kalır. Buna rağmen muhalefete devam eden Rıza Tevfik, Gümülcine’de bir konuşma esnasında partili arkadaşlarının hücumuna uğrar ve dövülür. Meclisin dağılmasından sonra bir yıl boşta kalır.

Balkan Savaşı sonrası Kâmil Paşa’nın yardımıyla Karantina Meclisi’ne üye olur. Buradaki görevi Umumî Harb’in sonuna kadar devam etmiştir. Aynı yıllarda Darülfünûn’da felsefe dersleri de vermiştir. Bazı kaynaklarda Rehber-i Ittihad-ı Osmanî Mektebi’nde ders verdiği ifade edilmektedir. (Bkz.: A.Uçman, R.lkvük’in Tekke ve Halk Edebiyatı ile İlgili Makaleleri, s.7)

Rıza Tevfik, 1918’de Hürriyet ve İtilaf Fırkası iktidar olunca Maarif Nazırı olur. 1919 ve 1920 yıllarında da iki kere Şûrâ-yı Devlet Başkanlığı’na tayin edilir. 1919 yılında Paris’e konferansa giden sulh heyetine müşavir olur. 10 Ağustos 1920’de ise Sevr Antlaşması’m imzalayan heyette bulunmuştur. Gerek bu durum, gerekse bu antlaşmayı imza ettiği kalemini edebiyat hocalığı yaptığı Amerikan Kız Koleji’ne hediye etmesi Darülfünun öğrencilerinin büyük tepkisine sebep olmuştur. Bu yüzden Cenab Şehabeddin ve birkaç arkadaşıyla birlikte görevinden istifa etmek zorunda kalır.

Rıza Tevfik, başlangıcından beri Millî Mücadele’nin aleyhinde olmuştur. Onun bu tavrı, Millî Mü-cadele’nin zaferle sona ermesi üzerine 1922’de Türkiye’yi terketmesine sebep olur. Önce Kahire’ye, bir kaç ay sonra Ürdün Emiri Abdullah’ın davetlisi olarak Mekke üzerinden Amman’a geçer. Amman’da Emir Abdullah’ın divan tercümanlığına tayin edi len Rıza Tevfik, bir müddet sonra Sıhhiye ve Asar ı Atıka Müdürlüğü’ne getirilir. 1928’de New York’a çocuklarının yanına gider. Bir yıl sonra tekrar Am mana döner. 1934’te emekli oluncaya kadar orada ki görevine devam eder. Emekli olunca Lübnan’ın Cunye kasabasına yerleşir. Yüzelliliklerin affı konusundaki af kanunun çıkmasından bir kaç yıl s°ma ihtiyarlamış bir halde istanbul’a döner vei 30 AT İlk 1949’da hayata gözlerini yumar.

Yirmi yıla yakın süre, sürgünde yaşayan Rlza Tevfik, memleket hasreti içinde, zor günler geçirmistir. Bu duruma sebep olan hareketlerinden ötürü pişmanlığını belirtirken: "..hakikatte hükümet hizmetine girmiş olduğuma şiddetle nadim oldum Kâşki kendi zevkime göre ulûm ve felsefe ve şiir üe vakit geçirmiş olsa idim, belki iki odalı bir evim olurdu. Ve ömrüm de yok yere heder olmazdı" diye yazar. [Son Asır Türk Şâirleri, s. 1490)

Dr.Rıza Tevfik, çok cepheli bir kişiliğe sahiptir. Fakat daha çok bir devre damgasını vuran şiirleriyle tanınır. Daha ilk öğrenimine başladığı Musevî Mektebi’nde Fransızca ve Ibranice’yi iyi bir şekilde öğrenmiştir. Kendi gayretleriyle ingilizce, İspanyolca, Farsça, Rumca ve Ermeniceyi öğrenen Rıza Tevfik; sürgün yıllarında Arapçasmı son derece geliştirir. Gerek Doğu, gerekse Batı kültürle-rindeki ilgi alanını geliştirmiştir. Küçük yaşlarından itibaren edebiyat ve şiirle yakından ilgilenmeye başlamış, öğrencilik yıllarında yöneldiği felsefe merakı ve araştırması ömrünün sonuna kadar devam etmiş; Türk folklor ve sanatı üzerine makaleler kaleme almış; bir yandan siyasetle uğraşırken, diğer taraftan doktorluk yapmıştır.

Rıza Tevfik’in şiirle ilgisi Gelibolu’da geçirdiği çocukluk yıllarında başlar. Burada çevrenin, tabiatın ve gittiği âşık toplantılarının karakteri üzerinde büyük etkisi olmuştur. 1887’de, İstanbul’a geldikten sonra ilk şiirlerini kaleme almaya başlar. Önce Abdülhak Hâmit ve Tevfik Fikret’in tesirinde kalır; bunu kendisi şöyle ifâde eder: "Abdülhak Hâmit olmasa idi belki yalnız güzel şiirler okumak zevkiyle iktifa ederdim de şiir yazmak hevesine kapılmazdım. Fakat onlara özendim ve diğerlerinden ziyâde Hâmid’in sihir-i tesirine tutuldum. Ona herkesten ziyâde medyundum. Bazı âsârmı şiddetle tenkit etmiş olduğum hâlde şâir olarak onu hepsinden üstün tutarım." (Son Asır Türk Şâirleri, s. 149) Şairliğinin ilk yıllarında Servet-i Fünûn topluluğuna yaklaşmış, fakat belirli bir edebî akıma bağlanmamıştır. Servet-i Fünûn taraftarlariyle dost olmasına rağmen sonraları onları tenkit eder; zevk-lerindeki hususiyeti garip, fikirlerini karışık, dillerini göstermelik ve nihayet faaliyetlerini devrin karışık ortamında arızalı bir yenilik olarak telakki eder.

Rıza Tevfik, ilk şiirlerini aruzla yazmıştır. Aynı yıllarda yazdığı dil, edebiyat, felsefe ve estetikle alâkalı yazıları ve şiirleri Mektep, Maarif, Hazme-i Fünûn, Resimli Gazete ve Çocuk Bahçesi gibimec-mualarda yayınlanır. Bu dönem şiirlerinde hâkim tema felsefî problemlerdir. Ölüm, varlık, Tanrı kavramlarını karamsar bir ruh haliyle ele alır.

Rıza Tevfik, 1905’ten sonra Mehmed Emin’in öncülüğünü yaptığı şiir akımına bağlı kalır. Hece vez-nıyle ve sade dille yazdığı bu tür şiirleri edebî çevrelerce beğenilmiş, kendinden sonra yetişen bazı şairlere kaynaklık etmiştir. 1934 yılında yayınlanan Serab-ı Ömrüm isimli kitabındaki şiirlerden bir kısmı bunlar arasından seçilmiştir. Bunlar şekil itibariyle saz şâirlerinin "koşma" ve "divan" tarzındaki şiirlerine benzemekle beraber Avrupai" Türkşiiri çerçevesinde ele alınacak cinstendir. Rıza Tevfik’in. şöhretini kazanmasına sebep olduğu söylenen tamamen âşık tarzında kaleme aldığı şiirleri sayıca fazla değildir. Ayrıca Bektaşî Tekkesi’ne bağlı olan şâir bu alanda da bir kaç şiir yazmıştır.
Edebi çevrelerin, Rıza Tevfik’in yeni tarzda yazdığı şiirlerini bu alanda büyük bir öncülük ve yenilik olarak değerlendirmelerine rağmen, o; bunların daha önce Anadolu ve İstanbul’daki tekkelerde mevcut olduğunu, kendisinin bunu sadece açığa çıkardığını ve biraz da şekillendirdiğini ifâde eder. Şairliği hususunda şöyle der: "Bende hassas mizacımdan başka sermâye yoktur ve katiyen itikadım şudur ki, benim şairliğim kemâl-i sıdk u ih-lâs ile gönlümün tercemanı olabilmek hünerinden ibarettir. Benim kadar ihlâsı, terbiye-i fikriye ve kudret-i beyanı olan herkes benim kadar şâir olabilir. Dünyanın bütün şâirlerine nisbetle bizim mertebemiz pek küçüktür." (Son Asır Türk Şâirleri, s. 1494).

Rıza Tevfik’in sanat ve edebiyat hakkındaki görüşlerini, Ruşen Eşrefin onunla yaptığı ve "Diyorlar ki" isimli eserine aldığı mülakatta görüyoruz. Özellikle II. Meşrutiyet’ten sonra şiir alanında gösterdiği yenileşme ve değişiklikleri, orada izaha çalıştığı eski edebiyat hakkındaki fikirleriyle daha iyi değerlendirmek mümkündür. Rıza Tevfik, "Yine zannediyorum ki bazı tenkitçilerin iddiası gibi, eskiliği yeniliği Arapça, Farsça terkiplerin azlığında veya çokluğunda aramamak; aksine bir hâdiseyi tasavvur ediş, kavrayış, anlayış tarzlarında ve gerçek zevkleri gösteren, bunları temsil eden istiarelerde, teşbihlerde aramalıdır." diyor (Diyorlar ki, yeni baskı, haz.: Ş. Kutlu, İst., 1972, s.123) Hece ve aruz vezni konusundaki bir soruya verdiği cevapta da, dilin o günkü hâlinden kolay kolay kurtula- -mayacağmı, bu sebeple de aruzun bir müddet hâkim olabileceğini söyleyen Rıza Tevfik, hece vezniy-le yazılan şiirlerin halkın ilgisini çekeceğini ifâde eder.

Rıza Tevfik, felsefeyle olan ilgisinden dolayı "Feylesof unvanını almıştır. Mülkiye Mektebi’nde öğrenci iken başlayan tutkusu batılı filozofların, özellikle İngiliz Herbert Spencer ve Hukuk Profesörü Holtzendorff ‘un etkisinde kalmasına sebep olmuş; bu şahsiyetlerin tesiriyle ferdiyetçi bir felsefe görüşünü benimsemiştir. Türkiye’de lise seviyesinde felsefe dersi verilmeye başlanması onun gayretleriyle gerçekleşmiştir. Darülfünun Edebiyat Fakültesinde önce felsefeyle ilgili konferanslar veren Rıza Tevfik, 1918 yılından sonra aynı okulda felsefe hocalığı yapmıştır. Bu konuda bir çok yazısı devrin bazı mecmualarında yayınlanmış, hatta bir felşefe sözlüğü hazırlamaya çalışmış; ancak bu, yarım kalmıştır. Hilmi Ziya Ülken, onun bu yönünü şöyle değerlendirir: "Geniş bilgisi, hoşsohbetliği, şairliği ile sistemci filozoflara, kuru âlimlere hiç benzemeyen Rıza Tevfik, felsefe kadar tarih, edebiyat ve şiir vadilerinde dolaştığı halde dâima fılozoflu-ğu benimser, en çok bundan hoşlanırdı. Bu hiçbir zaman heveskârlık değildi. İnsanlık tarihinde fikir çığırları açmış, sistem kurmuş filozoflara bakıp da ondan bu sıfatı esirgeyenler haksızlık etmiştir." (Yeni Sabah, 9 Ocak 1950). Şâir, felsefî konularda şiirler de yazmıştır. Bunlar umumiyetle aruz vez-niyledir.
II. Meşrutiyet’ten sonra yazdığı şiir ve yazıları Ulûm-i iktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası, İçtihad, Atî, İleri, Muhibbân, Edebiyat-ı Umumiye Mecmuası, Türk Yurdu, Peyâm-ı Sabah, Peyâm-ı Edebî, Düşünce ve Bilgi gibi çeşitli mecmua ve gazetelerde yayınlamıştır.


—>: Rıza Tevfik Bölükbaşı

sükünet
paylaşım için teşekkürler

Konuya Bir Cevap Yazın

  • 14 Kayıtlı Üye
  • 66282 Konu
  • 160 Cevap
  • Son Üye: aile