Didem

İstanbul’daki Liman Lokantası’nın Tarihi ve Şöhreti

Bu konu Didem tarafından 3 yıl önce açıldı ve Henüz Cevap Yok.
Didem
Didem
ADMINISTRATOR
Üyelik Zamanı: 3 yıl önce
Konu Sayısı: 3434
Yanıt Sayısı: 0
19 Mayıs 2021, 10:18

İstanbul’daki Liman Lokantası’nın Tarihi ve Şöhreti

Jelibon
İstanbul’daki Liman Lokantası’nın Tarihi ve Şöhreti

Liman Lokantası’nın şöhreti biraz da manzarasındandı…Bir uçtan bir uca, ağaçlar gerisinde Topkapı Sarayı, ötede Sultan Ahmed Camii, Ayasofya, olanca görkemiyle Süleymaniye Camii…

[IMG]http://img23.imageshack.us/img23/5207/ileri.jpgdolunay

İstanbul İlk Romanımda Leylâk’la İstanbul kitaplarım galiba yedinci cilde ulaştı. Galiba diyorum, çünkü oturup saymadım. Bu ‘yedinci’yi sevgili bir okurum söyledi. Bin sayfaya yaklaşan, bin sayfayı belki de aşmış İstanbul yazılarına şaşıyor, belleğimin gücüne iltifatlar konduruyordu.

Hemen belirtmek isterim: İstanbul, dünyanın bütün tarihî kentlerinden yazılmaya daha çok değer. Öteki tarihî kentlerde tarih dokusu yerli yerindeyken, İstanbul yitikler kenti. Bu açıdan geçmişin dökümü on binlerce sayfaya sığmaz. Talihsiz İstanbul ancak yazıda çizide soluk almaya çalışır.

Belleğimin gücüne gelince, sanıldığınca gücü mücü yok. Hatta, yaşla birlikte, git git siliniyor anılar, pek çok şey. Yakın geçmişiyse neredeyse hemen unutuyorum. Dün nereye gittim, ne yaptım, kimlerle görüştüm; düşünüp duruyorum…

İstanbul yazılarımın bazı kaynakları var. Resim sanatı bu kaynakların önde geleni. Doğumumdan önceki peyzajlar bende hep hayal edişlere yol açtı. Meselâ Nazmi Ziya’nın fırçasından eski bir İstanbul sokağını dakikalarca seyrederim ve sokak yavaş yavaş yaşamaya koyulur. Çallı’nın değişik zamanlarda yaptığı Boğaziçi görünümleri olmasaydı, Boğaziçi bende herhalde epey eksik, puslu, bulanık kalırdı.

İkinci ana kaynağım, elbette edebiyatımızın verimleri. Demin Çallı’nın Boğaziçi resimlerini andım. O resimler kadar, hele on dokuzuncu yüzyıl sonunu duyumsamak açısından, Abdülhak Şinasi Hisar’ın eserleri kılavuzumdu. Yıllardan beri Boğaziçi Mehtapları’nı, Boğaziçi Yalıları’nı tekrar tekrar okurum.

Abdülhak Şinasi’nin gazetelerde, dergilerde kalmış, şimdi Necmettin Turinay’ın gönül işi çalışmasıyla derlenen kimi yazıları da Boğaziçi’ne açılır. Sözgelimi şair Nigâr Hanım portresi… Derken, Yakup Kadri, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları’nda Abdülhak Şinasi’nin portresini kaleme getirir. Bütün bunlar bende ‘yaşamaya’ koyulur.

Ön odadan arka odaya niçin gittiğimi bir türlü çıkaramıyorum da, Çallı-Abdülhak Şinasi-Nigâr Hanım-Yakup Kadri silsilesini pırıl pırıl seçebiliyorum.
Sonra, bazan, bir romanın, bir öykünün, bir şiirin, tek bir dizenin çağrıştırdıkları…

‘O Karanlıkta Biz’i tarıyordum Attilâ İlhan İkinci Dünya Savaşı İstanbul’una adım adım nasıl yaklaşmış diye. 1940 İstanbul’unda birden Liman Lokantası! (Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Liman Lokantası’nın, açılış tarihini kesenkes vermiyor, "1940’lı yıllarda" demekle yetiniyor.)

Roman Kahramanları Zihni Keleşoğlu’yla Ahmet Ziya oradalar. "Zihni Keleşoğlu’nun fikri budur: Galata’da ‘elfazı düzgün’ yemek istedin mi, ‘elin mahkûm’, ya Colaro’ya gideceksin, ya Liman Lokantası’na: İlki İtalyanların, Karaköy’de, kargacık burgacık, yağlı külrengi bir sokak arasındadır; ikincisi Yolcu Salonu’nda Romenlerin işlettiği bir yer; geniş, ferah, ‘havadar’; Bankalar Caddesi’nin ‘güzide’ tüccarları, ikincisini tercih ediyor."

Colaro’yu hatırlamıyorum, daha doğrusu bilmiyorum. Ama Liman Lokantası anılar çağrıştırdı.

Romenler mi işletmiş? Elimdeki kaynaklar değinmemiş. Tam tersine, yine İstanbul Ansiklopedisi, Şebinkarahisarlı Hüseyin Bey tarafından açıldığını ileri sürüyor. 1948’de el değiştirmiş ama, lokantanın çalışanları, yıllar yılı, hep Şebinkarahisarlı.

Patron Zihni Keleşoğlu’nun seçtiği menüyü söyleyeyim: Karides kokteyl, kılıç şiş, beyaz şarap ve meyve salatası. (Liman Lokantası’nın kılıç şişi 1960’larda da gözdeydi; Boğaziçi lokantalarınınkini aratmaz denirdi. Ama, Liman Lokantası’nın ızgara etleri de pek sevilirdi.)

Dönemin atmosferini yakalamış Attilâ İlhan, siyasî taşlamasını -yeri gelmişken- cuk oturtuyor: Zihni Keleşoğlu hesabın üstünü aldıktan sonra, yeni beş liralığı Ahmet Ziya’ya gösterecek:

"… nazar-ı dikkatinizi çekti mi, Mühendis Bey; para ve pullardan Gâzi’nin resmini kaldırıp, kendi resmini koyduğu için; ahali, İsmet Paşa’yı affetmiyor: Kulağından cıgarayla yakıyorlar…"

Dönemden habersizler düşünülerek herhalde, şu da iki satır sonra eklenmiş: "… kulağından yakmak, sağırlığına telmih!"

Hatırlıyorum, 1950’lerde, paralarda, pullarda bu resim değişikliği hâlâ konuşulurdu. Bu sebepten dolayı İsmet Paşa’yı ‘affetmeyenler’ vardı. Zaten, Cemil Şevket Bey, Aynalı Dolaba İki El Revolver’de ayrıntılarıyla yazdığım gibi, o zamanın insanlarının âdeta iki ‘ayrı’ İsmet Paşa’sı vardı. Birini överler, birini yererler; üstelik aynı konuşmada, övgüyle başlamış olabilirler, yergiyle biter, yergiyle başlamış olabilirler, övgüyle sürdürürler…

Liman Lokantası’nın şöhreti biraz da manzarasındandı. İşte Ahmet Ziya, limana dalıyor: "Köpük dağınığı beyaz bulutlar, Ayasofya’nın minareleri arasına mahya gibi asılmış; iki yanlarından, dumanlı mavi bir hızla akıyor; deniz asabi, hırçın çırpıntılarla, bölük pörçük…"

Manzarayı daha geniş panoramalı hatırlıyorum: Bir uçtan bir uca, ağaçlar gerisinde Topkapı Sarayı, ötede Sultan Ahmed Camii, Ayasofya, olanca görkemiyle Süleymaniye Camii, kat kat Sarayburnu, sonra kavislerle deniz açılır, Harem-Salacak, Selimiye Kışlası, Üsküdar, Kızkulesi, uzakta Adalar!.. Ön masalar, tahmin etmişsinizdir, ekâbir takımın.

Ender gittiğimiz Liman Lokantası’ndan dışarıyı görebilmek için, ortalardaki, arkalardaki masamızdan kalkar; masalar arasından zorlukla geçerek cama yapışırdım.

Liman Lokantası’na gelenler arasında, Demokrat Parti iktidarının kişileri de vardı. Dayım, o dönemde, Devlet Demir Yolları Umum Müdürü’ydü. Bir kez dayımla gitmiştik; söylemem gereksiz, ön masalardan birinde oturmuştuk.

1950 sonrasının şaşaasında, Liman Lokantası, öğle servisinden sonra derlenir toparlanır, aklanır paklanır, akşam için hazırlanırdı. Öğle servisi dediğim, kısacık sürmüş bir zaman dilimi sanılmasın. Tam tersine, üçlere, dörtlere kadar sürdüğü oluyor. Sonra pür telâş akşam hazırlığı. Çünkü hemen her akşam, Yolcu Salonu’nun üst katındaki bu geniş mekânda ya düğün, nişan, ya kutlama, ya ziyafet, birbirinden gösterişli çağrılar yaşanırdı.

Demirağ Ailesi’nin küçük kızlarının düğünü olmalı. Cihangir’deki kira evimizden ara caddeye çıkmış, taksiye binmiştik. İstanbul’da orta hallilerin taksiye binmeleri, hele çocuklar için, tarih düşürülecek bir olay. Babam öne oturmuş; biz, annem, ablam, ben, arkadayız. İstanbul akşamında Liman Lokantası’na gidiyoruz.

Salonlar ışıl ışıl. Dört bir yanda büyük çiçek sepetleri. Beyaz örtülü, yine çiçeklerle bezenmiş şık masalar. Çağrılıların hangi masada oturacakları önceden saptanmış; isminizi söylüyorsunuz, listeden masanız bulunuyor ve garson eşliğinde gidip oturuyorsunuz.

Neyse ki, oturtulduğumuz masa, boydan boya camlardan büsbütün uzak değildi. Çoktan İstanbul gecesi başlamış! Gerçi günümüzdeki gibi aydınlatılmış değildi anıt eserler, ama çocukluğuma rüya katacak kadar ışıltılı yine de. Gözlerimi ayıramıyordum…

Orkestra, dans sürüp giderken, İstanbul’un ünlü dans hocası Mösyö Panosyan çok genç bir ‘dam’la gelmiş; onlar dansa başlayınca pist boşalmış ve herkes onları seyre koyulmuştu. Bakın, bu sahne belleğimden çıkmaz.

Beş on katlı muhteşem düğün pastası da belleğimden çıkmaz. Beyazlar beyazlar yağmış bir pasta; küçük, gonca, pembe güller kondurulmuş. Gelinle damat, alkışlar arasında, ilk dilimi kesiyorlar…

Lokanta 1990’larda kapandı. Sonra yine açıldı. Bugün ne durumda, bilmiyorum. Hatıralar bana yetiyor.

Konuya Bir Cevap Yazın

  • 14 Kayıtlı Üye
  • 66282 Konu
  • 160 Cevap
  • Son Üye: aile