Derin

Toprakları çölleşen Bir ülkenin Temel Sorunları

Bu konu Derin tarafından 3 yıl önce açıldı ve Henüz Cevap Yok.
Derin
Derin
ADMINISTRATOR
Üyelik Zamanı: 3 yıl önce
Konu Sayısı: 8491
Yanıt Sayısı: 0
20 Mayıs 2021, 10:14

Toprakları çölleşen Bir ülkenin Temel Sorunları

Kara Gözlü
TOPRAKLARI ÇÖLLEŞEN BİR ÜLKENİN TEMEL SORUNLARI:

AÇLIK, SUSUZLUK, İŞSİZLİK VE İÇ GÖÇ

“Çölleşme küresel bir sorundur. Dünya yüzeyinde her yıl 6 milyon hektar alan çölleşmekte, yaklaşık 750-800 milyon kişi çöl ve çöl benzeri yerlerde açlık sınırında yaşamaktadır. Oysa BM Çevre Programı UNEP’e göre; küresel düzeyde, çölleşmeden doğrudan etkilenen bölgelerde yıllık gelir kaybı 42 milyar dolarken, çölleşme ile mücadelenin yıllık bedeli sadece 2,4 milyar dolardır.”

Birleşmiş Milletler, 1994 yılı Aralık ayında aldığı kararla, 17 Haziran tarihini “Dünya Çölleşmeyle Mücadele Günü” olarak ilan etmiştir. TEMA Vakfı, 1995 yılında ülkemizde yapılan ilk etkinliğin ev sahipliğini üstlenmiş ve her yıl geleneksel olarak çölleşme sorununa dikkat çekmek, bu yönde ülkemizde gerçekleştirilen başarılı çalışmaları ve başaranları halkımıza tanıtmak, sorunlu bölgeler için halkın ve iktidarların desteğini almak üzere gerek çeşitli konferans ve paneller gerekse Konya Karapınar, Ankara Nallıhan, Burdur Akyaka ve Iğdır Aralık örneklerinde olduğu gibi bu soruna maruz kalan bölgelerde etkinlikler düzenlemiştir.

Türkiye Çöl Olmasın !

1992 Rio Dünya Zirvesi’nde dünya liderleri tarafından kabul edilen ve anlaşma metninde de yer alan tanımlama, “iklim değişiklikleri ve insan faaliyetleri de dahil olmak üzere muhtelif aktörlerin etkisi altında kurak, yarı kurak ve az yağış alan bölgelerdeki toprağın doğal özelliklerini yitirmesi veya kısaca “toprağın aşınması” şeklindedir. Çölleşme, aslında insanların sebep olduğu bir problemdir, toprağın çok fazla kullanılmasından kaynaklanır. Anadolumuzda binlerce yıldır yapılan tarım nedeniyle hep topraktan birşeyler almış, onu aşırı bir şekilde sömürmüş durumdayız. Ona geri bir şey vermediğimiz için topraklarımızın büyük bir bölümü organik maddece çok zayıf duruma
düşmüş ve üretkenliğini yitirerek çöl tanımı içine girmiştir. Normal bir tarım toprağının % 25’i hava, %25’i su, % 50’si katı madde (% 45 mineral, %5 organik) olması gerekir. Ancak, topraklarımızın büyük bir bölümünde organik madde durumunu yüzdelerle değil bindelerle ifade eder duruma geldik.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin 2000 yılı bitiminde açıkladığı rapor, ülkemizin yer aldığı Akdeniz ve Orta Doğu bölgesinde kuraklık artışı ve tarımsal verimde düşüş öngörmekte, küresel ısınmanın zararlı etkilerini en önce ve en şiddetli biçimde yaşayabileceğimize dikkat çekmektedir. Aynı şekilde Çölleşmeyle Savaş Eylem Planı verilerine göre düzenlenen Dünya Çölleşme Haritası’nda Anadolu, çölleşme tehlikesi derecesi yüksek ve çok yüksek sınıfa sokulmaktadır. Anadolu’nun birçok bölgesindeki, yıllık yağış miktarının yarıçöl iklimi değerlerine çok yakın olması, toprak erozyonunun olanca hızıyla sürüp gitmesi, bitki örtüsü tahribinin yüksek derecede bulunması çölleşme tehdidinin ne kadar ciddi olduğunu göstermektedir.

1996 yılında Türk Parlamentosu Çevre Komisyonu tarafından kabul edilen sözleşme, 11 Şubat 1998 tarihinde TBMM’de kabul edilmiştir. Sözleşmenin hedefi, ciddi kuraklık veya çölleşmeye maruz kalan ülkelerde, sürdürülebilir kalkınmanın başarısına katkı sağlama bakış açısıyla kuraklığın etkilerini azaltmak ve çölleşme ile mücadele etmektir. Sözleşmenin TBMM’den geçtiği 1998 yılından bu yana, anlaşmanın gereği olan “Ulusal Eylem Programı”nı hayata geçirme çalışmaları halen Çevre ve Orman Bakanlığı koordinasyonunda devam etmektedir.

NASA’nın yaptığı bir araştırmaya göre, erozyonun şiddetlenerek devam etmesi ve etkili tedbirler alınmaması halinde Türkiye’nin büyük bir bölümü 2040 yılında çöl olacaktır. Açlık, susuzluk, işsizlik ve iç göç toprakları çölleşen bir ülkenin temel sorunlarıdır. DİE’nin 1998 Türkiye İstatistik Yıllığı verilerine göre 1985-1990 yılları arasında yaklaşık 5,5 milyon kişi çeşitli nedenlerle göç etmiştir. Kırsaldan kente göç beraberinde tarımsal üretimde azalma ve kentlerde yoğun işsizliği getirmektedir. Bunun sonucunda ülke genelinde işsizlik şiddetlenmekte, gelir dağılımındaki adaletsizlik artmakta, çarpık kentleşme, çevre kirliliği, doğal kaynakların aşırı kullanımı ve tahribi gündeme gelmektedir.

İnsanı mutlu, ekonomisi güçlü, geleceğe umutla bakan bir Türkiye için birinci şart : Üretken topraklardır. Toprak; yaşamın ön koşulu, yeniden üretemeyeceğimiz ve satın alamayacağımız tek varlığımızdır. Bu nedenle Toprağı verimli kılmak için, önce o toprağı korumak, korunan toprağı ıslah edip geliştirmek ve verimli kılmak gerekir.

Bunu sağlamak için, öncelikle TEMA’’nın hazırlanmasına öncülük ettiği ve konu ile ilgili tüm Kamu Kuruluşları, Üniversiteler, Meslek Odaları ve Sivil Toplum Kuruluşları’nın görüşleri alınarak hazırlanan Çerçeve Toprak Yasası çıkarılmalı, Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi çerçevesinde ülkemizin Ulusal Eylem Programı, bir an önce hayata geçirilmelidir

Çölleşme Küresel Bir Sorundur

Çölleşme mevcut çöllerin doğal yayılması değildir: Kurak, yarı kurak ve kurak – az -nemli bölgelerde, insanların gerçekleştirdiği faaliyetler ve iklim değişiklikleri nedeniyle toprak verimliliğinin yavaş yavaş kaybolması ve yeşil örtünün azalmasıdır. 250 milyonu aşkın kişi çölleşmeden doğrudan etkilenirken, dünya yüzeyinin üçte biri veya bir başka deyişle 4 milyar hektarı aşkın arazi çölleşme tehdidi altındadır. Ayrıca, ihtiyaçlarının çoğu için toprağa bağımlı olan 1,2 milyarı aşkın insanın hayatı ve 110 ülkedeki dünyanın en yoksulları da aynı kaderi paylaşmaktadır.

Ancak çölleşmenin etkileri yalnızca doğrudan etkilenenler tarafından hissedilmemektedir. Çölleşme, kurak bölgelerde yaşayan insanların yoksulluğunu daha da şiddetlenirken, aynı zamanda sağlıklarının bozulmasına ve farklı geçim kaynaklarına yöneldikleri için gıda güvenliğinden yoksun duruma düşmelerine neden olmaktadır. Bu da beraberinde çatışmaları, şehirlere ve yurtdışına toplu göçleri getirmektedir.

Bugün dünya üzerinde Almanya ve Fransa’nın toplam nüfusuna karşılık gelen yaklaşık 135 milyon kişi çölleşme nedeniyle göç etme tehlikesi altındadır. 1997-2020 yılları arasında 60 milyon kişinin Alt Sahara Afrikası’nın çölleşmiş bölgelerinden kuzey Afrika ve Avrupa’ya göç etmesi beklenmektedir. Batı Afrika üzerine yapılan uzun vadeli çalışmalar Sahara bölgelerinden kıyı şehirlerine sabit bir göç akışının gerçekleşeceğini, kıyı şehirlerinin nüfusunun 1997 verilerinin 3,5 katı artarak 2020’de 271 milyona ulaşacağını göstermektedir.

Natural Heritage Enstitüsü’ne göre; çevre sorunları, göç ve yoksulluk arasında çok güçlü bir bağ vardır. Her yıl, 700 bin ila 900 bin Meksikalı, kırsal kurak arazilerdeki evlerini terk edip iş bulmak üzere ABD’ye göçmen işçi olarak gitmektedir. Bu insanların yerleştikleri kentlerin içi, çevresi ve civar köylerdeki çevre kaynakları aşırı baskı altında kalmakta, olumsuz yaşama koşulları ve kültürel kimlik kaybı sosyal dengenin zarar görmesine neden olmaktadır. 1994 yılında yapılan bir çalışma, o yıl bölgede meydana gelen 50 silahlı çatışmanın yarısının kuraklığın getirdiği çevresel sorunlara dayalı olduğunu tespit etmektedir.

Çölleşme en çok, üçte ikisi çöl veya kurak arazi olan ve nüfusunun büyük bölümünün geçimi doğal kaynaklara dayalı olan Afrika’yı etkilese de bu sorun yalnızca Afrika ile sınırlı değildir. ABD’de toprakların yüzde 30’u çölleşmeden etkilenirken, Latin Amerika ve Karayipler’in dörtte biri çöl veya kurak arazidir. İspanya’da toprakların yüzde 31’i ciddi çölleşme tehdidi altındayken, ABD’deki aşırı kuraklıklar ve Güney Avrupa’daki su kıtlığı Kuzey Yarıküre’deki durumun ciddiyetine işaret etmektedir.

Çin’de 1950’lerden beri, kum birikintileri ve çöllerin genişlemesi 700.000 hektar işlenen arazinin, 2,5 milyon hektar meranın, 6,4 milyon ormanın, ağaçlık arazinin ve çalının yok olmasına neden olmuştur. Tahmini ekonomik kayıp yıllık 6,5 milyar $ civarındadır ki; bu dünya genelinde çölleşme nedeniyle meydana gelen kayıpların yüzde 16’sına denk gelmektedir. Çöle dönüşen toprakların tahmini yıllık yayılma oranı 1970’lerde 1.560 km2 iken, 1980’lerde 2.100 km2, 1990’lar ile 2000 arasında 3.436 km2dir. Birçok köy çöllerin yayılması, kum sürüklenmeleri, kum fırtınaları nedeniyle yok olmuştur. Tahminen 24.000 köy, 1.400 km tren yolu, 30.000 km karayolu, 50.000 km kanal ve su yolu daimi olarak çölleşme tehdidi altındadır. Kuzey Çin ve Mongolya’daki kum fırtınaları, Kore ve Japonya’ya etki etmekte, havaalanlarının ve okulların kapanmasına neden olmaktadır.

Geleceğe yönelik tahminler, dünyada 2025 yılında 1990 yılına oranla çok daha az işlenebilir arazi kalacağına işaret etmektedir. Bu düşüşün Afrika’da üçte iki, Asya’da üçte bir, Güney Amerika’da beşte bir civarlarında olması beklenmektedir. Tarımda kullanılan 5,2 milyar hektar kurak arazinin yüzde 70’i ya da başka bir deyişle dünyadaki tüm arazilerin yüzde 30’u çölleşme nedeniyle tahrip olmuştur veya tehdit altındadır. Bu bölgelerde aynı zamanda su kaynaklarının da dünya ortalamasının çok altına düşmesi öngörülmektedir. Bu öngörüye göre; Afrika’nın kurak bölgelerinde ve Uzak Doğu’daki 19 ülkede 1990’da kişi başına 1300 m3 su düşerken, 2025 yılında bu miktar ancak bunun yarısı kadar yani kişi başına 650 m3’e kadar gerileyecektir.

Dünyanın içme suyu arzları 1950’den beri üçte iki azalmıştır, ve her yıl 12 milyon kişi su kıtlığı ve kirli içme suyu nedeniyle ölmektedir. Toprak tahribi okyanusların toprağa dayalı kirlenme nedenlerinin başına gelmektedir, çünkü kirlenen tortular ve su büyük nehirleri okyanuslara doğru taşımaktadır. Çölleşmenin çok ağır doğal sonuçları vardır. Arazileri sel baskınına eğilimli hale getirmekte, toprak tuzlulaşmasına neden olmakta, su kalitesinin bozulmasına, nehirlerin, barajların ve derelerin kum ve çamurla dolmasına yol açmaktadır.

Çölleşme ekonomik kaynaklar üzerinde büyük bir yüktür. Küresel düzeyde, çölleşmeden doğrudan etkilenen bölgelerde yıllık gelir kaybı 42 milyar dolarken, çölleşme ile mücadelenin yıllık bedeli sadece 2,4 milyar dolardır. Dolaylı ekonomik ve sosyal kayıplar buna dahil edilirse kaybın daha da büyük olacağı açıktır.

Çölleşmenin Nedenleri

Çölleşmenin temel nedenleri insan faaliyetleri ve iklim değişiklikleridir. Geçmişte, kurak araziler büyük kuraklıklar ve kurak dönemler sonrasında kolaylıkla kendini yenileyebilirken, günümüzün modern koşullarında sürdürülebilir bir şekilde yönetilmedikleri taktirde biyolojik ve ekonomik verimlerini hızla kaybetmektedir. Üst toprak, doğru ve verimli kullanılmadığı takdirde birkaç mevsimde yok olmakta, oysa yeniden oluşması yüzyıllar sürmektedir. Bugün kurak araziler, aşırı işleme, aşırı otlatma, ormansızlaşma ve yanlış sulama uygulamaları nedeniyle tahrip olmaktadır. Bu istismarın temel nedenleri ekonomik ve sosyal baskı, cehalet, savaş ve kuraklıktır.

Uluslararası ekonomik güçler insanları topraklarını istismar etmeye teşvik etmektedir. Uluslararası ticaret modelleri yerel kaynakların ihracat için kısa vadeli istismarına yol açmakta, bu da toprağın yönetimi ve bakımı için yerel seviyede çok az kar bırakmaktadır. Aynı şekilde, nakit kesintilerine, vergi cezaları dayalı bir ekonominin varlığı da yerel pazarları çarpıtmakta ve toprağın istismarına neden olmaktadır.

Cehalet, hatalar, doğal ve insan eliyle meydana gelen afetler de toprak tahribine yol açmaktadır. Doğal çevre ile ilgili cehalet ABD’de 1930’lardaki kuraklık döneminde önemli rol oynamıştır. Son dönemlerde, politika veya teknoloji seçiminde benzer yanlışlıklar yapılmış, bunlar hem gelişmiş hem de gelişmekte olan birçok ülkede toprak tahribine neden olmuştur. Savaşlar ve ulusal acil durumlarda, göçler nedeniyle bir bölgeye çok yüklenilmesi ve yöneticilerin görevden alınması ile sel ve kuraklık gibi doğal afetler de benzer etkiler yaratmıştır.

Çölleşme yoksulluğun hem nedeni, hem sonucudur. Yoksulluk geçimi toprağa dayalı kişileri arazilerini gıda, enerji, ev ve gelir kaynağı olarak istismar etmeye mecbur kılmaktadır. Geçmişte yapılan değerlendirmeler çölleşmeyle mağdur olmuş kişiler çölleşmeye sebebiyet verenler olarak suçlanmış, toprağı neden istismar ettikleri, onları buna iten gerçek nedenler hiç sorgulanmamıştır. İnsanları toprağı istismar etmeye, toprağı sonuna kadar kullanmaya ve topraktan mümkün olanın en fazlasını elde etmeye iten şey yoksulluktur.

Her türlü etkili strateji yoksulluk sorununun çözümüne hizmet eder. Çölleşmeyle mücadele ancak sosyal yapıları ve toprak sahipliğini, eğitimi ve iletişimi kapsayan entegre bir yaklaşımla mümkündür.


—>: Toprakları çölleşen Bir ülkenin Temel Sorunları

Kara Gözlü
Çölleşme, Küresel İklim ve Biyoçeşitlilik

Çölleşme, küresel iklim değişikliği ve biyoçeşitlilik kaybı ile doğrudan bağlantılıdır. Rio Sözleşmeleri adı verilen 3 sözleşme, “İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi”, “Biyoçeşitlilik Sözleşmesi” ve “Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi” arasında sinerji yaratma çalışmaları devam etmektedir. Bu durum çevre koruma ve doğal kaynak yönetimine ilişkin faaliyetlerin koordine edilmesi konusundaki ihtiyacın altını çizmektedir.

Buna tarımsal biyoçeşitlilik (hayvan ve bitki genetik çeşitliliği) dahildir ki bu yürütülen metodların, sürdürülebilir tarım uygulamalarının ve çölleşmeyi önlemenin esasıdır. Kuraklığa dayanıklı türler, hem bitki yetiştiricileri için hastalıklara dayanıklılıkları ile hayati bir kaynak oluştururken, hem de ilaç, reçine, mum, yağ ve diğer ticari ürünler sağlamaktadır. Amerika’da bitkilerden sağlanan ilaçların üçte biri kurak alanlardan elde edilmektedir. Kurak alanlar flora, fauna gibi zengin biyolojik çeşitliliği içeren doğal hayat için kritik ortamları bünyesinde barındırmaktadır. Bu doğal alanlar özellikle saldırıya maruz bozuk alanlardır.

Çölleşme iklim değişikliği ile de yakından ilgilidir. Toprak, iklim değişikliğinden kaynaklanan kuraklık veya seller ile aşınmış ve bozulmuş olabilir. 2001’de yayınlanan İklim değişikliğinde Hükümetler Arası Paneli Raporu’na göre “Artan tarımsal üretim ihtiyaçlarını karşılamak, global biyoçeşitlilik kaybı, iklim değişikliği ve çölleşme potansiyelini beraberinde getirir.” Kuru ve yarı kuru meraların periyodik olarak yanması çoğu kez sürdürülemeyen tarım ve karbon gazı salımı ile ilgilidir. Ayrıca “Akdeniz ülkeleri ve Güney Afrika gibi sıcak iklim ülkelerinde kullanılabilir su varlığının azalması” gündemdedir. Çünkü yükselen deniz seviyesi, tuzlu suyunu içilebilir yüzey suyuna karıştıran birçok sahil sistemi, haliçlere ve nehirlere sızan gelgitler içilebilir suyun bulunmasını direkt olarak olumsuz yönde etkilemektedir.

Diğer taraftan bozuk arazilerde ağaçlandırma yapmak sadece çölleşme ile mücadele anlamına gelmez, ağaçlandırma aynı zamanda iklim değişikliği ve biyoçeşitlilik kaybını da önler. Anlaşmalar, sürdürülebilir kalkınma için veri birikimini, bilgi işleyişini, kurumsal kapasite oluşum gibi konuları tamamlayıcı özelliklere sahiptir.

Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi(BMÇMS) ve İyi Yönetişim
Çölleşme ile mücadeleye yönelik ilk koordineli global girişim, Büyük Sahara’da 1968-1974 yılları arasında yaşanan ve 200.000’den fazla insan ve hayvanın ölümüne neden olan kuraklık ve açlık sonucunda ortaya çıkmıştır. BM Sudan-Sahara ofisi 1973 yılında öncelikli olarak Batı Afrika’da kuraklığa meyilli ülkelere yardım etmek amacı ile kurulmuşsa da daha sonra kapsamı genişlemiş, ilerleyen dönemlerde yardımlar Güney Sahara ve Kuzey Ekvator’da 22 ülkeye ulaşmıştır. Bu sıralarda Afrika’da bölgesel alt organizasyonlar kurulmuş ve yaşanan diğer büyük bir kuraklığın ardından 1985 yılında Uluslararası Tarım Geliştirme Fonu (IFAD) “Çölleşmeden ve Kuraklıktan Etkilenen Alt-Sahara Ülkeleri Özel Programı”nı yayınlamıştır. Global platformda konu ilk olarak 1977 yılında Nairobi, Kenya’da düzenlenen BM Çölleşme Konferansında tartışılmış, fakat idari ve finansal destek eksikliğinden dolayı çölleşme problemi ile mücadele kösteklenmiştir.

Bu nedenle 1992 yılında Rio Dünya Zirvesi olarak bilinen BM Çevre ve Gelişme Konferansı sırasında – (UNCED) BMÇMS ayrıntılı olarak ortaya çıkmıştır. BMÇMS, konferansta yapılan Gündem 21’de kararlaştırılmış tek sözleşmedir. Sözleşme, 17 Haziran 1994’te Paris’te kabul edilmiş ve Aralık 1996’ta yürürlüğe girmiştir. Bu sözleşme, çölleşme sorununa yönelik hazırlanan bağlayıcı, hukuksal ve uluslararası niteliğe sahip ilk ve tek sözleşmedir. Şimdiye kadar 190 ülke ya onaylamış ya da imzalamıştır ve 6 Taraflar Konferansı düzenlenmiştir. Kurak alanlar (COP1: Roma, Ekim 1997; COP2: Dakar, Aralık 1998; COP3: Recife, Kasım 1999; COP4: Bonn, 11-12 Aralık 2000; COP5: Cenevre, 1-12 Ekim 2001; COP6: Havana, 25 Ağustos-5 Eylül.)

Yönetişim, sözleşmenin temel unsurları olan katılım, ortaklık ve merkezden uzaklaşma prensipleri üzerine kurulmuştur. Sözleşmenin taraflardan beklentisi; tüm ilgili “aktörlerin” (yerel topluluklar, kadın ve gençlik grupları, STK, hükümetler, bağışçılar ve bilimsel araştırma kuruluşları) önceliklerinin belirlenmesi, uzun vadeli programların geliştirilmesi ve bunların uygulanması konularında ortaklaşa çalışmayı garanti etmeleridir. Karar alma, planlama, program geliştirme konularında tam ve etkili bir katılımın üzerinde ısrarla durulmaktadır.

Sözleşme, aynı zamanda Bilim ve Teknoloji Komitesi vasıtası ile bilgi, teknoloji ve en güncel data alışverişinin yanı sıra sürdürülebilir kalkınmaya destek veren geleneksel beceriyi de desteklemektedir. Şimdi ise sözleşme olgunluğa erişmiş ve ulusal eylem programlarını yürürlüğe koyma aşamasına gelmiştir. 2000 ve 2001 yıllarında ulusal eylem programlarının değerlendirmesinde sürdürülebilir kalkınmaya bağlı olarak yerel seviyede baş aktörlerin güçlendirilmesinde başarılı olunduğu görülmüştür. Sözleşmenin bu yaklaşımı özellikle büyük ülkelerde hükümetler ile yerel toplulukların ilişkilerinin kuvvetlenmesine yardımcı olmuştur. Bu ilişki aynı zamanda kalkınma sürecinde pay ortakları ve doğal kaynaklar son kullanıcılarının merkezden uzak ilişkilerini desteklemektedir.

11-12 Kasım 2002 tarihinde Roma’da yapılan “Sözleşmenin Yürütme Komitesi Toplantısı”nda taraf ülkeler tarafından birçok yeni düşünce ortaya atılmıştır. Toplantıda yapılan bilgi alışverişinin ardından çölleşme ile etkili bir mücadele için tüm dünyada ülkeler ve bölgeler arasında işbirliği yapma fikri ortaya çıkmıştır.

Çalışmalar ortak bir platform bulma ve tekrardan kaçınma amacı ile İklim Değişikliği Sözleşmesi (FCCD), Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (CBD) gibi diğer uluslararası organizasyonlar ile birlikte yürütülmeye başlanmıştır.

Sözleşmenin uygulanmasında maddi kaynaklardan kaynaklanan bazı sorunlar yaşanmış olsa da Ağustos-Eylül 2003’te düzenlenen 6.Taraflar Konferansında hükümetler toprağın bozulmasını GEF’in (Küresel Çevre Fonu) 5’nci ilgi alanı olarak gündemlerine almıştır. Böylelikle toprağın bozulması konusunda mücadele etmek için GEF tarafından milyar dolarlarla ifade edilebilecek bir kaynak sağlanmıştır.

Kaynak: Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi Sekretaryası 17 Haziran Dünya Çölleşmeyle Mücadele Günü Medya Bilgilendirme Notu,

([url]www.unccd.int/publicinfo/mediabrief/mediabrief-eng.pdf[/url])

Çeviri: A. Yeşim ERKAN TEMA Vakfı İletişim Bölüm Başkanı,

E. Murat ERMİŞ TEMA Vakfı İletişim Sorumlusu

Konuya Bir Cevap Yazın

  • 14 Kayıtlı Üye
  • 66282 Konu
  • 160 Cevap
  • Son Üye: aile