Derin

Savaşın Yaşama Hakkını Tehdidi, Bir İnsan Hakkı İhlali ve Travma Olarak Savaş

Bu konu Derin tarafından 3 yıl önce açıldı ve Henüz Cevap Yok.
Derin
Derin
ADMINISTRATOR
Üyelik Zamanı: 3 yıl önce
Konu Sayısı: 8491
Yanıt Sayısı: 0
20 Mayıs 2021, 10:00

Savaşın Yaşama Hakkını Tehdidi, Bir İnsan Hakkı İhlali ve Travma Olarak Savaş

Lindsey
Savaşın Yaşama Hakkını Tehdidi

Bir İnsan Hakkı İhlali ve Travma Olarak Savaş
En temel insan hakkı olan yaşama hakkını hedef alan savaş, insan hakları ihlallerinin en uç noktasıdır. Savaş biyolojik, psikolojik, kültürel ve cevre etkileri nedeniyle insana yönelmiş ve insan elinden çıkan en yıkıcı eylemdir.

Günümüzdeki global güç ilişkileri savaşı barış döneminden ayrılabilecek bir olağanüstü, istisnai hal olmaktan çıkararak sürekli bir hale getirmektedir. Özellikle 11 Eylülden sonra öne sürülen "haydut devletler" söylemi dünya düzenini tehdit ettiği ve insan haklarını çiğnediği söylenen devletlere karşı ve onların yurttaşlarına "özgürlük ***ürmek" adına yürütülen savaşı meşrulaştırmak için kullanılmaktadır. Bu söylem ABD hegemonyasının korunması için geliştirilen "önleyici saldırı" doktrini doğrultusunda "sürekli barış için sürekli savaş"ı vazetmektedir. Bu söylem insanlığın uzun yıllar içinde oluşturduğu uluslararası hukuk ile insan hak ve özgürlükleri açısından ciddi bir tehlike oluşturmaktadır.

Şiddeti yaşatan ve savaş dayatan güçlerin insan hakları dilini ve kavramlarını çarpıtarak ve içini boşaltarak kullanması insan hakları savunucularının üzerinde dikkatle durması gereken bir sorundur. Bu açıdan medyanın ABD hegemonyası için "rıza imalatı"na girişmesi, ve toplumların nazarında savaşı meşrulaştırmaya çalışması doğru bilgi edinme hakkını çiğnemektedir.

Savaşların en dramatik sonuçlarından biri olarak beliren kitlesel göçler ve mültecilik üzerinde durmak gerekir. Savaşlar sonucunda büyük sayılardan oluşan toplu göçler ulusal ve uluslararası mekanizmaların yetersizliği karşısında mağduriyetlerin giderilemesi ve kalıcılaşmasına neden olmaktadır. 1951 tarihli mülteciler hakkındaki Uluslarası Sözleşme bugün için sözleşmede belirtilen nedenler dışındaki nedenlerle ülkelerini terk edenler, toplu göçler ve geri iade süreçlerinde ihtiyaca cevap verememektedir. Aynı şekilde dünyada ABD’nin öncülüğünde egemen olmaya başlayan uluslararası terörizmle mücadele ve güvenlik anlayışı sığınmacılara ilişkin olarak uluslararası kurumların da ilgisini dolaylı olarak azaltmakta bu da alanın tamamen ülkelerin bireysel inisiyatifine terk edilmesine neden olmaktadır.

Türkiye’ye doğudan gelmiş ve mültecilik koşullarını taşımayan kişiler kendilerine zulüm ve baskı görmeyeceklerine dair bir güvence verilemediğinden genellikle iade edilmemektedirler. Olumlu gibi görünen ve uluslararası bir teamülün gereği olan bu uygulama aslında birçok insan hakkı ihlaline neden olmaktadır. Mevcut durumda ülkelerine geri gönderilmeyi bekleyen sığınmacıların barınma, beslenme, çocukların eğitimi, kadın ve çocukların sağlık ihtiyaçları, karşılanmamaktadır. Uluslarası kurumlardan da maddi destek alamamaktadırlar.. Bu durum açlık yoksulluk, aile çözülmeleri, suça bulaşma gibi olumsuzlukları beraberinde getirmektedir.

Türkiye’de yaşanmış olan zorunlu göçe ilişkin olarak; resmi söylem çatışma döneminin sona ermiş olduğu şeklinde olmasına rağmen, göç edenlerin geri dönüşü konusunda yükümlülükler yerine getirilmemektedir. Oysa zorunlu göç mağdurlarının köylerinin yeniden imarı ve sürdürülebilir bir yaşamın kendilerine yeniden sağlanmasının koşul ve imkanları mevcuttur.
Günümüz savaşları az gelişmiş devletlerin coğrafyalarında sahnelenmektedir. Bu ülkeler zaten yoksul ve sağlık göstergeleri kötü olan ülkelerdir. Savaş ülkelerin sağlık altyapısını çökerttiği gibi mevcut koruyucu sağlık hizmetlerini büyük oranda ortadan kaldırmakta, tedavi edici sağlık hizmetlerine de ulaşımı olanaksızlaştırmaktadır. Savaşın doğrudan sonucu olan ölüm ve kalıcı sakatlıkların yanı sıra, enfeksiyonlar yaygınlaşmakta, eradike ( belli coğrafi bölgelerden silinmiş olan çiçek, şarbon, şark çıbanı vb.) edilen hastalıklar tekrar ortaya çıkmakta ve buna bağlı olarak ölümler ve özellikle de çocuk ölümleri artmaktadır.

Çocuklar dünyanın biyolojik potansiyelidirler ve bu nedenle de çocukların savaştan zarar görmesi dünyanın geleceğini etkiler. Çocuklar savaşlardan ya doğrudan etkilenerek ölmekte veya sakat kalmakta ya da büyük korkular yaşayarak, yoksulluk, göç, beslenme yetersizliği, bulaşıcı hastalıkların artması, temel sağlık hizmetleri ve temizlik altyapısının çökmesi gibi savaşın dolaylı sonuçlarına maruz kalmaktadırlar.

Savaşın etkilediği risk gruplarından bir diğeri de kadınlardır. Öncelikle ana olarak savaşın tüm yükünü çeken olarak birçok risk altındadır. Cephede aktif kadın asker savaşın doğrudan aktörleri, cephe gerisi hizmetlerde sorumluluk alan kadınlar (Hemşirelik gibi), savaş dulları, can güvenliği nedeni ile sürekli yer değiştiren mülteci kadınlar, eşi askerde olan ve ailenin sorumlusu olan kadın, askerden travmatik deneyimlerle dönen askerlerin eşleri ve "düşman tarafın kadınlarına" tecavüzün bir silah olarak kullanılması savaşın doğrudan ve acımasız sonuçlarıdır.

Savaş insanların yaşama olağan bakış açısını köklü bir şekilde değiştirmekte, dünyanın güvenilir bir ortam olduğuna olan inancını tersine çevirmektedir. Bu aynı zamanda yaşam alışkanlıklarını da değiştirir. Savaş sonrasında özellikle yaşanan olayların istem dışı zihninde canlanmasını, kaçınma davranışı, uyarılmışlıkta arma ile seyreden post-travmatik stres bozuklukları ve depresyon başta olmak üzere birçok psikiyatrik hastalık artmaktadır. Savaşın yarattığı travmanın insan eliyle yaratılan bir eylemin sonucu olması şiddetini ve örseleyiciliğini arttırmaktadır. Travmanın uzun sürmesi ve tekrarlanması insanların kayıplarına ilişkin normal yas tutma süreçlerini de bozmaktadır. Buna bağlı olarak uzun süren ve komplike yaslar insanların geleceklerini olumsuz etkilemektedir. İnsanların normal gelişim süreçleri bozulmaktadır. Öte yandan savaşan tarafların da savaşta yaşadıkları travmatik deneyimlerin etkilerini savaş sonrası dönemde dahi atlatamamakta, şiddeti; kendilerine, ailelerine ve topluma yaşatmaya devam etmektedirler.

Bugün dünyanın 70 ülkesinde 50 milyon mayın yeraltında bulunuyor. Savaş ve çatışmalarda döşenen mayınlar sonrasında da yaşam hakkını tehtit etmesi ve vücut bütünlüğünü bozması nedenleriyle ciddi bir sorundur. Savaş ve çatışmanın bitmesinin ardından silahlı güçlerin çekilmesi ile belirsiz mayınlı alanlar ve serbest patlayıcılar savaşın etkisini uzun döneme yaymaktadır.

Savaşa karşı en önemli çalışma etkin ve sürekli olarak barış için çalışmaktır. Barış kültürünü oluşturmada çocuğun asıl yatırım alanı olarak öne çıkarılması gerektiği, toplum belleğine kazınmış kuşkucu yaklaşımın atlatılmasına çocuğa yönelik yaklaşım önemlidir.

Yaşama Hakkı, kişinin fiziksel varlığının sürdürebilmesinin güvencesini oluşturan insan hakkıdır. 4 Kasım 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesinde herkesin yaşama hakkının yasayla korunacağı, yasanın ölüm cezasını öngördüğü bir suçtan dolayı mahkemece verilmiş bir cezanın yerine getirilmesi dışında hiç kimsenin kasten öldürülemeyeceği belirtilmiştir.

İnsanın sağlıklı olarak doğması, bedensel bütünlüğünü psikolojik-entelektüel gelişim olanaklarına sahip olarak sürdürebilmesi, insan olarak varlığının -tüzesel kişilik yanı ile birlikte- doğa yasalarının zorunluluğundan başka hiçbir dünyevi bağ, önlem, zor yaptırım ile sınırlanmaması, etkilenmemesi, zarara uğratılmaması, yok edilmemesidir. Kısaca yaşama hakkı, ‘insanın öldürülmezliği’ hakkıdır. Kişinin beden bütünlüğünün doğal ölümüne kadar korunmasına da ‘yaşam hakkı’ denilmektedir. Devlet yetkesinin, toplumumuz bireylerinin, ‘yaşama hakkı’konusunda bugüne kadar yüzeysel de olsa bilgisi ve bilinçliliğinin olması, bu anlayış düzeyine ulaşması sağlanamamıştır.

Savaş, yukarıda tanımı yapılan, insanların yaşama haklarına, varlıklarını sürdürebilme güvencelerine tamamen ayrı ve aykırı bir durumdur. Hangi sebeple olursa olsun savaşlar masum insanların ölmesi ve öldürülmesi, yaşama haklarının ellerinden alınması demektir. Bir ülke veya bölgede çıkacak bir savaş, o bölge veya ülke insanlarının her an ölme ve öldürülme tehdit ve tehlikesi altında olmaları sonucunu doğuracaktır.

Konuya Bir Cevap Yazın

  • 14 Kayıtlı Üye
  • 66282 Konu
  • 160 Cevap
  • Son Üye: aile