admin

istiklal marşının kabulü ile ilgili anılar

Bu konu admin tarafından 3 yıl önce açıldı ve Henüz Cevap Yok.
admin
admin
ADMINISTRATOR
Üyelik Zamanı: 3 yıl önce
Konu Sayısı: 12501
Yanıt Sayısı: 0
22 Mayıs 2021, 2:49

istiklal marşının kabulü ile ilgili anılar

YaReN
İstiklal marşının kabulüyle ilgili anılar

Mehmet Akif Ersoy’un Anıları, Başından Geçenler

İSTİKLAL MARŞI MİLLETİN MALIDIR (MEHMET AKİF ERSOY’UN ANISI)

Üstat, uzun bir hicretten sonra memlekete dönmüştü. Gurbet illerinde sevgili yurdunun hicran ve hasreti onu yakmış, kavurmuştu. Ciğerleri şişmiş, vücudu bir külçe kemik halinde kalmıştı. Beyoğlu’nda Mısır Apartmanı’nın loş ve sakin bir odasında son günlerini yaşıyordu. Sevdiği bazı arkadaşları kendisini ziyarete gelmişlerdi. Milli Mücadele günlerinden bahsediliyordu. Söz İstiklal Marşı’na intikal etti.

İstiklal Marşı denince üstadın gözleri büyümüş ve parlamıştı. Hastabakıcının yardımıyla doğruldu, anlatmağa başladı:

“– İstiklal marşı… O günler ne samimi, ne heyecanlı günlerdi. O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Bin bir fecayi karşısında bunalan ruhların, ıstıraplar içinde halas dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz… Onu kimse yazamaz… Onu ben de yazamam… Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lazım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur…”

Bunu söylerken Üstat yorulmuştu. Başı yastığa düşüyordu. O kemik külçesini yavaşçacık itina ile yatağına uzattık. Misafirler veda ettiler. Üstat gözlerini kapadı. Sakin, sessiz uyumaya başladı.

* * *

Bir gün Üstat’a sordum:

“– İstiklal Marşı’nı niçin Safahat’a koymadınız?”

“– Onu millete hediye ettim, dedi; artık o, milletindir. Benimle alakası kesilmiştir. Zaten o, milletin eseri, milletin malıdır. Ben yalnız gördüğümü yazdım.

İSTİKLAL MARŞI YAZILIYOR (MEHMET AKİF ERSOY’UN ANISI)

… İşte o günlerden birinde, bir öğle yemeğinden sonra büromda çalışırken yine bizi ziyarete geldiğini görmüştüm. Akif, bir parça dalgındı.

Şimdi onun kırk yıl önce bir yaz gününde gazetenin daracık yazı odasında marangoz elinden yeni çıkmış adi tahtadan bir masanın yanında; yanı başımda cüssesinden gıcırdayan cılız bir tahta iskemle üzerinde oturduğunu görür gibi oluyorum. (…) kocaman bir el kurşun kalemlerden birini kavrıyor. Aslanpençesini andıran bir toplu iğne kadar ufaklaşan kalemi elinde tuttuğu bir kağıt tomarı süratle gezdiriyor… İşte genç gözlerime çarpan yedi kelime;

Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak… Onun çalıştığını görünce kendisini lafa tutmadım. İşime devam ettim. Aradan ne kadar zaman geçti bilmem. Belki yirmi dakika, belki yarım saat. Birden neşeli bir sesle bana hitap ettiğini duydum.

– Dinle bakalım delikanlı!

-Buyur üstat…

Sana bir şey okuyacağım. Bakalım nasıl bulacaksın?

Ve Estağfurullah üstat dememe vakit bırakmadan gayet hafif bir sesle okumaya başladı. (…)

-Sehlimümteni…

– O kadar ileriye gitme… Beğenirler mi dersin?

– Hakimiyeti Milliye’nin bunu neşredecek nüshası kapışılır kanaatindeyim. Tamamladınız mı?

– Henüz değil… Fakat yarın öğle üzerine kadar bitirmeye mecburum.

– Neden bu acele üstadım?

– Acemi çapkın, bunu İstiklal Marşı Komisyonu’na vereceğim. Hakimiyet’e değil. En son müddet yarın.

– Öyle ise üstat… beş yüz lirayı kazanacağımıza yemin edebilirim.

Gözlerini odanın bir köşesine daldırarak heyecandan boğulan bir sesle:

– Beş yüz lira mı, dedi, onu almayacağıma seni temin ederim. Fakat bugünkü isyanı en iyi ben ifadelendirmek istiyorum. Bunun için bilemezsin içimde ne büyük bir istek var…

Nizamettin Nazif TEPEDELENCİOĞLU

Konuya Bir Cevap Yazın

  • 14 Kayıtlı Üye
  • 66282 Konu
  • 160 Cevap
  • Son Üye: aile